Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Yunanistan’a mesaj: Türkiye olmadan başarılı olmak güç!

admin

Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis yarın Ankara’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından kabul edilecek. Son olarak 7 Aralık’ta Atina’da görüşen iki lider, önümüzdeki dönemde izlenecek ‘yol haritası’nı belirleyecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Miçotakis ziyareti öncesi Yunan Kathimerini gazetesine konuştu.

 SORU – CEVAP

Sayın Cumhurbaşkanı, Kyriakos Miçotakis’in Ankara ziyaretine ilişkin açıklamanızda kendisi ile iki ülke arasındaki ilişkilerin nasıl geliştirilebileceği konusunda görüşeceğinizi belirtmiştiniz. İlişkilerin seviyesinden memnun musunuz? Hedef nedir ve ona nasıl ulaşılabilir?

Hedef basit; sorunları çözerek dostluğumuzu pekiştirmek, ikili ilişiklerimizin seviyesini tarihte görülmemiş düzeye çıkartmaktır. Bunun için Türkiye olarak son dönemde samimi ve etkin adımlar attık ve buna da devam etmek niyetindeyiz. Bizler, Türkiye ve Yunanistan olarak sadece aynı coğrafyayı değil, birçoğu tarihsel boyut taşıyan ortak unsurları da paylaşıyoruz. Tabii ki aynı düşünmediğimiz konular bulunuyor, fakat uzlaşabileceğimiz başlıkların da sayısı az değil. Açık yüreklilikle tüm konuları bir arada konuşup çözüm yolunda adımlar atabiliriz. Ertelemek sorunları çözmüyor, bunların üzerlerine cesaretle gidip, çözüm iradesini ortaya koymak gerekir. Biz dünyanın takdirle izlediği şekilde hem bölgemizde hem dünyanın değişik coğrafyalarında nasıl barışın kök salması için çabalıyorsak, Ege Denizi’nin iki yakasında da barışın ve huzurun ebediyen hakim olması için elimizden geleni yaparız. Bozmak kolay olandır. Zor olan inşa etmek ve sorunları ustalıkla çözmektir. Dolayısıyla iki ülkenin iki duvar arasına sıkıştırılmaya çalışılan ilişkilerini rahatlatmak ve o önyargılarla bezeli duvarları yıkmak elimizde. Tek ihtiyacımız olan çözüme odaklanmış ve samimi tarihi adımlardır.

“İKLİM, SOMUT MEYVELER VERMEYE BAŞLADI”

Sayın Miçotakis’le Atina’da iletişiminiz nasıldı? Onunla iletişiminiz arzu ettiğiniz düzeyde mi?

Sayın Miçotakis ile son dönemde bir uyum iklimi yakaladığımızı düşünüyorum. Atina’da bizleri memnun eden bir misafirperverlik ortaya koydular. Tabii ki Sayın Miçotakis’i Ankara’da ağırladığımızda, Türk misafirperverliğinin en nadide örneklerinden birini daha sergileyeceğiz. Sözünü ettiğim iklim, somut meyveler vermeye başladı. Atina Bildirgesi, imzaladığımız anlaşmalar, protokoller onlardan sadece birkaçı. Bunlara yenilerini eklememizin önünde engel yok. Sadece bizler değil, bakanlar ve bürokratlar düzeyinde de gayet iyi ilişkilerin tesis edildiğini söyleyebilirim. Yani neticede birçok kademede iletişimimiz memnuniyet verici ve bunun olumlu manada ileriye taşınması da gayet mümkün.

 “TÜRKİYE’NİN FİİLİ DURUMLARI KABUL ETMEYECEĞİNİ HERKES BİLİR”

Geçtiğimiz günlerde Ankara, Yunanistan’ın Ege’de deniz parkları konusunda atmak istediği adımlara tepki gösterdi. Atina, bu adımların “çevre” konusu ile alakalı olduğunu söylerken, Türkiye Dışişleri Bakanlığı da “adaların egemenliği” konusunu gündeme getirdi. Sayın Miçotakis, Yunanistan’ın deniz parklarını ilan edeceğini belirtti. Sadece denizdeki kullanım hakları değil, kara üzerindeki egemenlik konuları da gündemeE geldiği zaman, diyalog ilerleyebilir mi?

Egemenlik konularının gündeme gelmesi diyalog zeminine zarar veren ve ilerlemesini engelleyen bir durum değil. Bizler bu zemini her koşulda koruyabilir ve ilerlemeyi sağlayabiliriz. Bu konular da zaten ele almamız gerekenler listesinde müstesna bir yere sahip. Oldubittilerden uzak bir perspektifle ve çözüme inanmış bir yaklaşımı benimseyerek bu meseleleri konuşabiliriz. Ancak, bu zemine “ben yaptım oldu” anlayışı en büyük zararı verir. Türkiye olarak çevre konusunda ne kadar hassas olduğumuz herkesin malumudur. Fakat bunun kullanışlı bir paravan olarak görülmesi ve başka tartışmalı durumların onun arkasında bir şekilde gizlenmeye çalışılması doğru olmaz. Her konuyu kendi mecrasında ele almak gerekir. Nasıl sağlam olmayan zemine inşa edeceğiniz bir bina kısa zamanda yıkılırsa, tarihi, hukuki ve fikri zemini çürük tezler de yerle bir olmaya mahkumdur. Mesela elinizde geçerli bir tapu olmadan gelişigüzel bir yere bir baraka dahi inşa edemezsiniz. Bu bir fiili durumdur, hukuki karşılığı ve yaptırımları vardır. Türkiye’nin bu coğrafyada fiili durumları kabul etmeyeceğini herkes bilir.

 Yunanistan, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin Türkiye ile Libya, Türkiye ise, Yunanistan ile Mısır arasında yapılan anlaşmaları geçersiz saymaktadır. Benzer şekilde Kıbrıs ile İsrail arasında yapılan birtakım anlaşmalar da Türkiye açısından geçersiz sayılmaktadır. Böyle bir ortamda Yunanistan ile Türkiye arasında hidrokarbon konusunda herhangi bir iş birliğinden söz edebilir miyiz?

Bir düzeltme yaparak başlayalım. Sorunuzda Kıbrıs ile İsrail arasında bir anlaşmadan söz ettiniz. Orada Kıbrıs adasının tamamının İsrail ile Münhasır Ekonomik Bölge sınırlandırma anlaşması yaptığı gibi bir varsayım söz konusu. Bizim tanımadığımız anlaşma Güney Kıbrıs’taki Rum Yönetimi ile İsrail arasında yapılmış ve adanın asli unsuru olan Kıbrıs Türklerinin yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hak ve menfaatleri yok sayılmıştır.

Diğer taraftan bize göre enerji bir çatışma alanı değil, bir iş birliği alanıdır. Bunun için pozitif bakış açısı ile meseleye yaklaşmak yeter de artar bile. Türkiye hidrokarbon kaynakların hakça, adil ve kapsayıcı paylaşımını savunmuş ve sürekli bunun çağrısını yapagelmiştir. Her konuda olduğu gibi burada da egemenlik haklarımıza ve yetkilerimize saygı duyulmasını istiyor, kıyıdaş ülkelerin hak ve yetkilerine de saygı duyuyoruz. Ancak Türkiye’yi yok sayma girişimleri karşısında da gerekli tepkiyi her zaman verdik. Bunun yanında açık bir çağrı yaparak kapsayıcı bir enerji iş birliği için zemin oluşturulması gerektiğini bunun için atılacak adımlara destek vereceğimizi ilan ettik. Herkes bilmelidir ki, Doğu Akdeniz başta olmak üzere bölgede Türkiye’nin içinde bulunmadığı bir enerji platformunun başarılı olması güçtür. Yıllardır dillendirdiğimiz Doğu Akdeniz konferansını toplayarak “kazan-kazan” anlayışı ile bir çözüm zemini oluşturmak mümkündür. Bu konuda yaptığımız çağrılar ne yazık ki bugüne kadar cevapsız kaldı. Bölgede sağlıklı bir diyaloğun temini için önemli bir potansiyeli bulunan bu önerimizin diğer aktörlerce de benimsenmesi gerektiğini her vesileyle vurguladım. Böyle bir adımın iş birliğini kolaylaştıracağını, kaynak çeşitliliği ve güvenliğine katkıda bulunacağını düşünüyorum. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını yok sayan adımlar, maalesef bugüne kadar bu mesele ile ilgili atmosferi zehirledi. Bundan vazgeçip arzu ettiğimiz diyalog zemininin oluşması halinde biz kalıcı çözüm için elimizi taşın altına koymaya hazırız. Gerginlik ile bir yere varılamaz. Kışkırtmalara kapılmanın kimseye faydasının olmadığı anlaşılmalı ve makulde buluşmanın yolları aranmalıdır.

 “İHTİLAFLI NOKTALARI GÖZ ARDI ETMEMELİYİZ”

İki ülkenin Ege kıta sahanlığı konusundaki pozisyonları biliniyor. İki ülkenin tutumunda bir değişiklik beklenmiyor. Kronikleşen anlaşmazlığın çözümü için Lahey’deki uluslararası mahkeme gibi bir kurumun arabuluculuğunu kabul eder misiniz?

Burada çözümün yolu bellidir, uluslararası hukuka uymak ve bunu sürdürülebilir kılmak. Bundan kaçmadığımız sürece birlikte aşamayacağımız hiçbir engel olmamalı. Biliyorsunuz biz sorunların paket halinde çözülmesi gerektiğini savunuyoruz. Tek bir ihtilafa odaklanarak diğer ihtilaflı noktaları göz ardı etmemeliyiz. Kapsamlı çözüme ulaştığımızı söylediğimizde, gelecek kuşaklara pürüzler devretmemeliyiz. Önceliğimiz bellidir. Uluslararası hukuka uygun barışçıl yöntemlerle çözüm bulma yaklaşımımız sorunları ortadan kaldırmanın anahtarıdır. Bizler BM Şartı’na kayıtlı çözümleri gerek duyulması halinde dışlamıyoruz. Bunu da açık bir şekilde her vesileyle dile getiriyoruz. Somut ve yapıcı fikirlere odaklanmanın bizi çözüm rotasına sokacağına olan inancımız tamdır. Yeter ki “şu sorunu çözelim diğerleri çözümsüz kalsa da olur” demeyelim ve sorunların üzerine beraberce gidelim.

 “NETANYAHU’NUN YÖNTEMLERİ HİTLER’İ KISKANDIRACAK SEVİYEDE”

Sayın Cumhurbaşkanı, Gazze’deki gelişmeleri de size sormak istiyoruz. Gazze’de yaptıklarından dolayı İsrail’i suçluyorsunuz ve Sayın Netanyahu’yu “zamanın Hitler’ine” benzetiyorsunuz ve İsrail ve Batı ülkelerinin terörist olarak değerlendirdiği Hamas’ı ise bir “kurtuluş hareketi” olarak destekliyorsunuz. Türkiye’nin bakış açısını anlatabilir misiniz?

İsrail’in aylardır Gazze halkına yaşattıklarına bakıp, İsrail’in hastane bombalamasını, çocuk öldürmesini, sivil halka zulmetmesini, çeşitli bahanelerle masumları açlığa, susuzluğa, ilaçsızlığa mahkum etmesini meşru görmek mümkün müdür? Hitler geçmişte ne yaptı? Toplama kamplarında insanlara zulmetti, öldürdü. Sadece 7 Ekim sonrası değil, öncesinde de yıllarca Gazze açık hava hapishanesine çevrilmedi mi? Adeta bir toplama kampı gibi oradaki insanlar yıllarca kıt kaynaklara mahkum edilmedi mi? 7 Ekim sonrası Gazze’de en vahşi şekilde sistematik toplu ölümlerde kimin imzası var? İnsanlara “şu bölgeye gidin” deyip oraya bombalar yağdıran İsrail’e ne denir? Netanyahu ortaya koyduğu soykırım yöntemleri ile Hitler’i de kıskandıracak seviyeye gelmiştir. Ambulansları hedef alan, yemek dağıtım noktalarını vuran, yardım konvoylarına ateş açan İsrail’den söz ediyoruz. Gazze’de insanların yaşama hakkı başta olmak üzere onlarca hak ve özgürlüğü çiğneniyor. Biz onların haklarını savunuyoruz. Barışı savunuyoruz. İsrail ise Birleşmiş Milletler kararlarını, uluslararası hukuku, insan haklarını pervasızca çiğnemeye devam ediyor.

 Düşünün sizin evinize biri gelip “burası artık benim git buradan” derse tavrınız ne olur? “Gel benim evime yerleş elimden al” mı dersiniz yoksa evinizi savunur musunuz? Haliyle evinizi savunmanız ve haksızlığa karşı koymanız beklenir. İsrail sadece Gazze’de değil, bütün Filistin topraklarında bunu yaptı. Adına yerleşimci dedikleri teröristler için Filistinlilerin evlerini ve topraklarını ellerinden aldı. Onları Filistinlilerin evlerine yerleştirdi. Haliyle bu uzun yıllara yayılmış sistematik zulme karşı, Filistinliler de bir noktada örgütlendi ve direnmeye başladılar. Batının terörist damgası vurmaya çalıştığı Hamas ve Filistin’deki diğer direniş grupları, esas itibariyle bu zulme verilen tepkiden doğmuştur. Hamas, Filistin’de İsrail tarafından işgal edilmiş evlerine, iş yerlerine ve topraklarına sahip çıkan insanlardan başka bir şey değildir. Hamas ne istiyor? İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarını geri almak, devletlerini yeniden ayağa kaldırmak. 1967 sınırlarında, başkenti Doğu Kudüs olan, egemen, bağımsız, coğrafi bütünlüğe sahip Filistin Devleti tanınırsa direnişe gerek kalır mı? Kaldı ki Hamas bunun gerçekleşmesi durumunda silahlı kanadını lağvedeceğini ve yollarına siyasi parti olarak devam edeceklerini de ilan etmiştir. İki devlet temelinde çözüm, kalıcı ve sürdürülebilir barışı sağlayacak etkin bir yoldur.

 Görüyorsunuz son açıklamasıyla Hamas ateşkese razı oldu ancak İsrail, Gazze’nin tamamını işgal hevesi nedeniyle bahaneler üretip ateşkes istemiyor. Zulüm ve katliam devam ediyor. Biz ise, çözüm için çabalamayı sürdürüyoruz. İsrail’e destek verenlerin tüm bu yaşananları yeniden düşünmesi ve tarihsel sorumluluk anlayışı ile barış ve huzuru savunan tarafta yer alması gerekiyor.

 “TARİH BELİRLENMEYE ÇALIŞILIYOR”

Sayın Biden ile programlanan görüşmeniz neden aniden ertelendi, ve ABD᾽nin, Türk-Yunan ilişkilerinde arabulucu rolü oynaması gerektiğine inanıyor musunuz?

ABD ziyaretimiz karşılıklı programların uyuşmaması nedeniyle ertelenmiştir. Biliyorsunuz Amerika Birleşik Devletleri bir seçim arifesinde ve Sayın Biden’ın programları daha da yoğunlaştı. Bizim de programlarımız hem yurt içinde hem yurt dışında yoğun bir şekilde seyrediyor. Bu tip ziyaretler her iki tarafa da uygun zamanlarda gerçekleşir. Arkadaşlarımız muhatapları ile görüşmeler yapıyor ve uygun tarih belirleme çalışmaları devam ediyor.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde Amerika Birleşik Devletleri’nin denge politikasını muhafaza etmesinden yanayız. Biz Yunanistan ve ABD, NATO’nun üyeleriyiz. Müttefiklik hukukuna uygun mesafede sürdürülecek ve yapıcı diyalog zeminini teşvik edici yaklaşımların yararlı olacağı kanaatindeyiz. Kaldı ki bizim Yunanistan ile aracısız doğrudan temas zeminimiz vardır. Bunu korumak ve geliştirmek ilişkilerimize daha fazla olumlu katkı sağlar.

 “KOMŞUMUZDAN AYNI YAPICI YAKLAŞIMI BEKLİYORUZ”

Türkiye’nin, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasına ilişkin, din özgürlükleri konusunda olumlu bir adım atacağı yönünde görüşler dile getiriliyor. Okul onlarca yıldır kapalı, siz 22 yıldır iktidardasınız. Bu konuda sizin, olumlu bir adım atma planınız var mı?

Bu konuda bizim duruşumuz nettir. Bizler azınlık haklarına son derece saygılıyız ve bu konuda hassasiyetimiz çok yüksek. Rum Ortodoks azınlık da ülkemizde hem eşit vatandaşlık haklarından yararlanmakta hem de azınlık haklarından istifade etmektedir. Heybeliada Ruhban Okulu meselesi de 1971 yılında Anayasa Mahkemesi kararı ile tüm özel yüksekokulların devletleştirilmesi ile ortaya çıkmıştır. Ruhban Okulu’nun devredilebileceği bir yükseköğretim kuruluşunun olmaması nedeniyle de hukuki zemin ortadan kalkmıştır. Bu okulun YÖK mevzuatına tabi bir şekilde bir devlet üniversitesi bünyesinde faaliyetine başlaması önerisine Fener Rum Patrikhanesi karşı çıkmıştır. Biz yine de Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için çalışmalar yapıyoruz. Yunanistan’daki Türk azınlığın eğitim alanında karşılaştığı sorunlarla ilgili de komşumuzdan aynı yapıcı yaklaşımı bekliyoruz.

 “GERGİNLİKTEN YANA DEĞİLİZ”

Ege’nin deniz sahasında ve hava sahasında gerilimsiz bir yılı aşkın süre geçti. İkili anlaşmazlıklarda herhangi bir ilerleme olmasından bağımsız olarak, askeri hareketlerden kaçınmanın sürdürülebileceğine ve sürdürülmesi gerektiğine katılıyor musunuz?

Her zaman söylediğimiz gibi diyalog ve iş birliği zemininin korunması önemlidir. Biz gerginlikten yana değiliz. Kimsenin haklarında gözümüz olmadığı gibi kimsenin haklarımıza karşı saygısız davranmasını da istemeyiz. Hassasiyetlere saygılı tutumların devam etmesi gerilimsiz bu havayı sağlar, bunu birlikte tecrübe ettik. Bu sakinlik ilişkilerin hakkaniyet temelinde geliştirilmesinin ne kadar gerekli olduğunun işaretidir. Biz dostluk elimizi karşılık bulduğumuz müddetçe uzatmaktan çekinmeyiz. Dostluğa ve iyi komşuluk ilişkilerine önem veririz. Buna zarar verecek adımlar atılmadığı müddetçe de bu yaklaşımımız sürer.

 Yasa dışı göçmenlerin kontrolünde Yunanistan ile iş birliğinin düzeyi hakkında görüşünüz nedir?

Bu alanda kurumlarımız arasındaki temaslar ve bilgi alışverişi oldukça somut sonuçlar verdi ve bu devam ediyor. Öte yandan, her zaman vurguladığımız üzere, düzensiz göçle mücadele konusunda uluslararası alanda iş birliği, eşit yük ve sorumluluk paylaşımı gereklidir. Kalıcı çözümler için çalışmaya çok taraflı bir biçimde devam etmenin gerektiği de ortada. Konuyla ilgili tüm tarafların iş birliği yapması meseleyi hızlı ve etkin biçimde sağlıklı bir zeminde ilerletmenin yolunu açacaktır.

 “AVRUPA’NIN TÜRKİYE’YE VİZE SERBESTİSİNİ TANIMASI GEREKİYOR”

Turist vizesinin uygulanması şimdiden muhteşem sonuçlar veriyor. Karşılıklı fayda sağlayabilecek başka ekonomik iş birliği alanlarının olduğunu düşünüyor musunuz?

Bizim diplomaside temel yaklaşımımız “kazan-kazan” esasıdır. Türkiye de Yunanistan da iki önemli turizm ülkesi. Yunan adalarına kapıda vize uygulaması ile vatandaşlarımız kolay seyahat imkanına kavuştu. Aslında tüm bunlara lüzum kalmaması ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye vize serbestisini tanıması gerekir. Biz bu konuda ilerleme sağlamak istiyoruz.

Yunanistan ile kapıda vize benzeri karşılıklı fayda sağlayacağımız alanların varlığına inanıyoruz. Pozitif gündemle ele aldığımızda  ticari ilişkilerimiz başta olmak üzere birçok başlıkta ilerlemeler sağlayıp ülkelerimize kazandırabiliriz. Örneğin karayolu nakil vasıtalarına uygulanan kotaların kaldırılması ve geçiş rejiminin serbestleştirilmesi ticaret hacmimizi çok hızlı artırarak hedeflerimize daha kolay ulaşmamızı sağlayabilir.

“Kazan- kazan” esasını laf olsun diye dillendirmiyoruz, biz bu konuda samimiyiz ve onlarca defa bu konuda samimiyet testinden başarıyla geçtik. Karşımızda da samimi yaklaşım gördüğümüzde yeni karşılıklı kazanç fırsatları oluşturmak çok kolay olacaktır.

YUNANİSTAN İLE İLİŞKİLERDE EN İYİ VE EN KÖTÜ AN

İktidarda olduğunuz 20 aşkın yılda, Türkiye ile Yunanistan ilişkilerinin hangisini en iyi, hangisini en kötü anı olarak seçersiniz?

Burada pozitif meselelerle ilerlemek ve onları dillendirmek isterim ancak sorunuzu yanıtlamak gerekirse ülkemizde 15 Temmuz 2016’da yaşanan hain FETÖ kalkışması ve darbe girişimi sonrası teröristlerin komşumuz Yunanistan’a kaçması ve aramızda hem komşuluk hem müttefiklik bağı olmasına rağmen, Yunanistan’ın darbeci sözde askerleri koruyup kollaması, ilişkilerin en dip noktalarından biri olarak görülebilir. Bu sadece şahsımı değil darbeye çıplak elleriyle direnen ve bir demokrasi destanı yazarak darbecileri püskürten halkımızı da incitmiştir. Kendisi de yaşadığı tarihsel süreç içerisinde edindiği tecrübelerle, darbelerin ne olduğunu bilen Yunanistan’ın böylesi bir tutum takınması derin bir hayal kırıklığı oluşturmuştur.

İlişkilerimizdeki en iyi seviyenin de geçtiğimiz Aralık ayında imzaladığımız Atina Bildirgesi olabilir. Bu bildirge ilişkilerimizde yeni bir aşamanın başlangıcı olmuştur. Tabii bunu yeterli görmüyor daha iyi seviyelere ulaşmak için çalışıyoruz. Bu bildirge yeni Türk-Yunan ilişkilerinin zeminini teşkil edeceğine inanıyorum ve yeni rekor düzeylere ulaşmayı temenni ediyorum.

KAYNAK: AA

Yorum yapın